21 Şubat 2016 Pazar

Kulübenin Esrarı


   Rüzgar içkiyi biraz fazla kaçırmıştı ve çakır keyiften hallice bir hal almıştı. Hatta uğultuların arasından ''o son birayı içmeyecektim'' gibisinden sesler çıktığına bile emin gibiydim. Bu tuhaf yerde mahsur kalışımın kaçıncı günü olduğunu bile bilmiyor ve artık öleceğimi düşünüyordum. Kendi hayatımın sonuna yaklaştığımı hissediyor ve -belki de- içgüdüsel olarak geriye bir mesaj ya da onun gibi bir şeyler bırakmak istiyordum. En kötüsü de buraya nasıl geldiğimi bilmememdi. İlk önce ben de rüya olduğunu düşündüm. Ama gittikçe hassaslaşmaya başladım. Açlık ve susuzluk beni çok daha korkak ve paranoyak yaptı. Şehirlerde insanların hor gördüğü ürkek köpekcikler bile benim yanımda cesaret timsali gibi kalırdı. Uyanık kalmamı sağlayan şey kapının ve camların tıkırtısıydı. Çerçeve ile aralarındaki boşluk, isyan eden kocaman ve dengesiz bir metronom gibiydi. Hatta bir ara değişik bir senfoni duyduğumu sandım. İşte o zaman bunun bir rüya olmadığını anladım. Ama gerçeklik işaretlerine karşı da ilgisizdim . O araf duygusunu, artık ölüm sürecimin başlamasına yordum. Artık son çare olarak bir şeyler yapmalıydım

  Doğru vaktin geldiğini hissettiğimde derin bir nefes almaya çalıştım ama o sürekli kesilip öksürük krizlerine girmeme yol açıyordu. Biraz alışınca daha katlanır bir hal aldı. Ne yapıp ne edip bu sefer dışarı çıkmalıydım. Daha önce denemiştim ama başaramamıştım. Kalkmak bile çok zor bir meseleydi ki kapıyı zorlamak veya kırmak gibi girişimlerin başarılı olma olanağı yoktu. Hızlı bir nefes verip doğrulmaya çalıştım. Ellerimle destek alarak belden yukarısını neredeyse dik diyebileceğimiz bir şekilde tutmayı başardım. Fakat kollarımdaki bütün kaslar zangır zangır titriyordu. Derken tüm kafam karıncalaştı ve gözlerim karardı... Gözlerimi açtığımda biraz sürenin geçtiğini hissettim. kafamın arkası da feci derecede ağrıyordu. Kafamı çarpmış olmalıydım. Düşmemle birlikte - tabi buna düşme denirse- az önceki açımı da kaybetmiştim. Şimdi kapıyı görmek için gözlerimi kaldırabildiğim kadar yukarı kaldırmam ve boynumu da kasmam gerekiyordu. Kupkuru olmuş gözlerle bu o kadar da kolay değildi.

 Madem kalkamıyordum o zaman sürünecektim. Kapının halkası zaten bir süredir aklımı kurcalıyordu. Peki ya o dandik bir bastona benzeyen ve muhtemelen sopa olan şeyden daha geniş miydi? Öğrenmenin tek bir yolu vardı. İnsanın hayattaki son enerjisini eski bir barakada dandik bir bastonun ucunun, paslı bir ahşap kapı halkasından geçip geçmeyeceği merakını gidermek üzere kullanacak olması ender bir şeydi. Bilincim gerçekliğini kaybediyordu. Artık başlamalıydı...

  Dudağımı tüm gücümle ısırdıktan sonra yüzüstü uzandım ve sürünmeye başladım. Önümde yaklaşık üç metrelik bir mesafe vardı. Odun da biraz yolumu uzatacaktı dört de. Arada yolda dudağımdan akan kanın tuzuyla kendime gelmeye çalışıyordum.-tutku bisküvisi gibi de değildi maalesef.

  Bu saatler gibi geçen 3 metrelik mesafeyi sonunda kat edebildim. Sopayı elime aldığımda ve kapının halkaına doğru yaklaştırmaya çalıştığımdaki vaziyetim, o haldeki beni bile güldürmeyi başardı. 15.kahvesini kaşık ile bardaya koymaya çalışan birisi gibiydi. Ya da 98 yaşında bir şey örmek için iğneyi deliğine geçirmeye çalışan teyzecik gibi. Ama fiziki şartlarım el verse planımın başarılı olacağını biliyordum. Sopayı halkaya bir şekilde geçirdim ve kapının içeri doğru açılması gerekliliğini de hesaplayarak sopanın üst kısmını kapıya doğru yasladıktan sonra  tüm gücümle kendime doğru çektim.  Kapı rüzgarın da etkisiyle açılmaya başladı ve bu sırada ben de tüm vücudumu saran karıncalanma etkisiyle tekrar yere yığıldım..

                                                    *********

  Gözümü açtığımda kapının neredeyse açılmış olması bile 2.planda kalmıştı. Sinestezik bir ışık huzmesi yalnızca gözlerimin içini değil tüm bedenimi inanılmaz bir enerjiyle dolduruyordu ve ben de karşımdaki anlamlandıramadığım olaya karşı minnet ile bakıyordum. Ama nasıl minnet! Sanki bütün dünyadaki bebekler toplanmış ve annelerine bakıyordu.. Renkler azalıp ta bir şekil görmeye başladığım zaman tüm vücudumu saran enerji, yerini saf ve dipsiz bir korkuya bırakmıştı. Çok kısa süre sonra bilincimi tekrar yitirdim...

  Onu yalnız kelimelerle değil hiç bir şekilde anlatamam. Zaten o gün gördüğümü iddia ettiğim şeye hiç kimse inanmadı. Oraya nasıl gittiğim de anlaşıldı. Şu an için belirli kişiler hariç hiç kimsenin bilmediği ve  yapılabilen en iyi simülasyonun içindeymişim meğer. Bütün fiziksel şartlar önceden ayarlanmış. Hatta kapıyı beş dakika daha geç açsam programı sonlandırıp beni tedavi altına alacaklarmış. Ama onu hiç kimse görmemişti. Planda öyle bir şey yoktu. Bu yüzden simülasyonun fiziksel açıdan başarılı olduğu fakat ruhsal olarak tahribata yol açtığı sonucuna vardılar. Bu yüzden bir süre tedavi gördüm. Çünkü bir yanılgı olduğunu kabul etmekte bir süre direnmiştim. Sonunda yenilgiyi kabullendim ve rüya ya da sanrı olabileceğini doğruladım.

  Ama 'o'nu yalnızca ben gördüm. Tüm vücudu ışıklar saçan ve tüm meleksi halinin yanındaki o hala gece rüyalarıma giren korkunç yüzü.

sis

  Bir adım ötesini görmek bile çok zordu. Bu denli yoğun bir sisle daha önce hiç karşılaşmamıştı. Sis tabakasının beyazdan griye geçişi, ner...