25 Eylül 2018 Salı

KIRMIZI DOLAP

    Her şeyin bittiği ve umudu ile birlikte gözyaşlarının da tamamen tükendiği bir geceydi. Ciddiyim. Bir kez daha ağlasa gözlerinden tek bir damla dahi çıkmazdı. Hani çok fazla kustuğunuzda bir süre sonra mide asiti çıkar sonunda da sadece boş öğürürsünüz ya tıpkkı onun gibi.

    Birkaç uyku ve uyanıklık vardiyası yaptıktan sonra gözlerini açtı. Gözleri eski nemini az da olsa geri kazanmıştı. Titreyen elleri ile gözlerini ovuşturdu. Geri gelen yutkunma refleksi ile farkında olmadan yutkundu ama ne yutkunuş. Yutkunması o kadar çok acı verdi ki o sırada birisi onu seyretse çok sert bir kırbaç darbesi yediğini düşünürdü. Zorlanarak doğruldu ve sürahiden su doldurdu. Her zamanki gibi su damlatmıştı sürahi. Varolmasının yalnızca iki amacı vardı zaten. Biri suyu(sıvıyı) muhafaza etmek diğeri ise muhafaza ettiği şeyi başka bir yere aktarabilmek. İlkinin hakkından layıkıyla geliyordu gerçi ama dediğim gibi ikincisinde biraz çuvallıyordu. Gerçi bu bir insanla karşılaştırıldığında oldukça üstün bir başarıydı. İnsanların çoğu var olma amacını bilmiyordu. Bildiğini iddia edenlerin bazıları ise amaçlarını kendilerince gerçekleştirirken oldukça ilginç sonuçlar doğuyordu. Özetle insanlık bir sürahi olsa camı çatlamazdı belki ama içindeki suyun kısa sürede kapkara olacağı düşüncesinde bir çok kişi benimle hemfikirdir sanıyorum.

    Neyse suyu içti ve her yudumda biraz daha temizlendi boğazı hatta iki yudum artmıştı. Ancak artan yudumların nedeni suyu bitiremeyecek olması değildi sadece iki yudum kala gözüne bir şey takılmıştı. Ninesinden yadigar evde alakasız bir duvarda, komik bir şekilde tek başına duran küçük kırmızı dolap. O anda şimşekler çakmıştı beyninde..

    Ailesini henüz çocukken kaybetmişti, tüm klişe senaryolarda olduğu gibi. Yıl dönümlerini kutlamak için evden ayrılmış ve bizim elemanı da ninesine bırakmışlardı. Ve bilin bakalım ne olmuştu? Tabii ki karşı tarafın yüzde yüz hatalı olduğu bir trafik kazası onların ölümüne sebep olmuştu. Bizim eleman da dede ile nineye kalmıştı. Durumları çok da iyi olmadığı için emekli dede tekrar işe başlamış ve bu da muhtemelen ölümünü hızlandırmıştı. Yine de öldüğünde bedava halk otobüsüne binebilecek yaşlardaydı.

    Dolayısıyla bizim elemana ninesi bakmıştı. Ninesi zaman zaman tuhaf davranışları olan ve bazı açılardan bilge bile sayılabilecek biriydi. Vasiyetinde tek varlığı olan yaşadıkları evi bırakmıştı ve bir de o kırmızı dolabı. Dolap eskiden yoktu. Kadın hastalandığında yaptırmıştı onu ve kimse içinde ne olduğunu bilmezdi. Şöyle demişti " Bak evlat bu dolabı yalnızca başka hiç bir çaren kalmadığı zaman açacaksın. Ufacık ve uzak bir ihtimal bile varsa seni bulunduğun durumdan çıkartabilecek, asla dokunmayacaksın!" Aslında taktik basitti. Uzun vadeli bir nasihat. Böylelikle elemanın ne zaman başı sıkışsa aklına kırmızı dolap gelecek ama daha zor durumlara düşebileceğini öngörerek derdini tek başına çözecekti. Böylece bir süre sonra buna bağışıklık kazanacaktı. Bir süre sonra tüm problemlerini kendi başına çözebilen birisi olacaktı. Gerçi elaman tüm sorunlarını çözmeyi öğrense ve gıpta edilen bir hayata sahip olsa bu sefer de meraktan açıp bakardı bence. Sonra ninenin laneti çöküyormuş hayatı mahvoluyormuş filan :D Tamam pardon. Ama dediğim gibi kadın bilge bile sayılabilecek biriydi ve bizimkinin bir yerlerde batıracağından emindi.

    Tüm gücünü toplayarak doğruldu. Bu durum uzun süredir yatakta olan herkeste olabileceği gibi başının dönmesine ve gözlerinin kararmasına yol açsa da yoluna devam etti. Alt tarafı bir kaç adımlık mesafe sanki birkaç fersah gibi gelmişti. Her adımda nabzı kulaklarında atıyordu. O sırada boş vakti olsa sadece saate bakarak nabzını  ölçebilirdi. Sonunda dolabın yanındaydı. Dolabın herhangi bir kilidi yoktu. Sol elini yavaşça bakır renkli düğmeye doğru uzattı. Ancak bu olurken titremesi o kadar artmıştı ki normal bir insanın iğneye iplik geçirmesi kadar vakit aldı. Nihayet kapak açıldı Ve...

    Gözlerini yavaşça açarken "doktor bey hastanın bilinci yerine geliyor" ya da ona benzer bir cümle duydu. Kısa süre içerisinde hastanede olduğunu anladı. Doktor ve asistanları algılarının iyice açılması için bir kaç dakika beklediler. Ardından açıkladılar durumu "Suat Bey öncelikle geçmiş olsun. Oldukça ciddi bir kaza atlattınız. Aslında kazadan kurtulan yalnızca siz ve bir tane de yaşlı nine var. İçinde bulunduğunuz dolmuş ile karşıdan gelen mobilya kamyoneti çarpıştı. Mobilya kamyonetinin o sırada taşıdığı kırmızı dolabın iskeleti bir çeşit kubbe görevi görerek size çarpabilecek şeyleri engellemiş. Bu sayede kurtuldunuz. Bir kaç günün ardından taburcu olacaksınız. Şimdiden geçmiş olsun." Doktoru gülümseyerek selamladı. Sonra birden çok yorgun hissetti. Uyanmadan önce gördüğü rüyayı hatırlayarak tekrar uykuya daldı.

                                                                  Son

                                                             --------------

    Alternatif son: Göğsündeki acı ile uyandı. Etrafını kısaca inceledikten sonra neler olduğunu anladı ve hatırladı. Kalp ameliyatı olmuştu. Yoksa daha başka bir şey mi? " Biraz sonra doktor geldi " Sabri Bey çok geçmiş olsun. Ameliyatınız zorlu olacaktı zaten biliyorsunuz. Ancak bazı komplikasyonlar gelişti ve sizi kaybetmek üzereydik derken hastanemizde o sıralarda vefat eden bir ninenin kalbinin araştırarak size uygun olduğunu tespit ettik. Zaman kaybetmeden size kazandırdık. Yaşlı olması sizi endişelendirmesin yaşına göre oldukça sağlıklı bir kalp. Kendinize iyi bakarsanız en azından kalp hastalığı konusunda içinizin rahat olabileceğini garanti edebilirim. Tekrar çok geçmiş olsun"





16 Ocak 2018 Salı

pazara giden küçük çocuklara gps yerleştirilsin ki kaybolmasınlar


   O kadar büyük bir kalabalık var ki. Bu zengin çeşitliliğin içinde kendimi semt pazarında kaybolmuş küçük bir çocuk gibi hissediyorum çoğu zaman. Elini tuttuğum annemi kaybetmişim, ancak hâlâ yakındaymış gibi. O zannedip yakınına yürüyorum birinin. Sonra o olmadığını anlıyorum. Derken bir başkasını görüp ona doğru ilerliyorum. Ah o da değilmiş. Kaybolduğumun ve yalnız olduğumun daha çok farkına varıyorum gittikçe. Yine de ağlamamak için tutuyorum kendimi. Peki bundan sonra başıma neler gelebilir?

   Mesela birisi şeker vesaire ile kandırıp kaçırabilir. Veya evcil zombiler gibi telaşlı bir şekilde alışveriş yapmaya çalışan kalabalık tarafından ezilebilirim. Fakat birden bu karamsarlığı unutturacak bir şeyler gözüme çarpıyor. Pazardaki tezgahlar. Hepsi parıl parıl, inanılmaz renkli. Bazıları yakınlaşınca aniden kokusu değişiyor -ki bu konuda çok iyiyimdir- ve gerçek rengini belli etmeye başlıyor. Her keseye uygun -izm'ler, her lezzetten dinler, hormonsuz siyaset, el değmeden paketlenmiş katkısız eğitim sistemleri, eskisini getirene yenisi yarı fiyata olan meslekler ve bir sürü de çöp. Her şey burada. İnsanlar evdeki hesabı çarşıya uydurmaya çalışıyor hepsi bu.

   Derken biri arkadan kolumu yakalıyor.

'' Suat, neredesin oğlum?- ulan adımızı da ifşa etti kadın neyse- 5 dakikadır seni arıyorum kayboldun diye aklım çıktı! Yine dalmışsın. Seni bir doktora götürmeli artık''


   Hikaye burada sona etmiyor tabi. Her gece görülen kâbus gibi bir şey bu. Ondan çok daha kötü hatta. Diğerinden uyanıyorsun ve düzeliyor en azından. Burada ise pazara sürekli gitmek zorunda ve bir şekilde alışveriş yapmak zorundasın. Ancak alacağın şeyler çoğu zaman ihtiyaçların değil; almaya paranın yettikleri, sana sunulan ve daha da kötüsü zorla dayatılan şeyler olacak.

sis

  Bir adım ötesini görmek bile çok zordu. Bu denli yoğun bir sisle daha önce hiç karşılaşmamıştı. Sis tabakasının beyazdan griye geçişi, ner...