10 Ekim 2012 Çarşamba

gözleri biraz kısarak okunması gereken yazı..

  Çok yaşlı ve bilge ağaçlar vardır ya hani. Kökleri binlerce labirent oluşturur. Beynimin içinde de her destesi birer labirent oluşturan sinirsel dokungaçlar vardı sanki. Bazı müzikal cümleleri duyduğumda veya bir kitaptan birkaç satır, sanatsal faaliyetlerle hangi hücreler ilgileniyorsa festivali başlatıyorlardı ve havai fişekler ardarda patlıyordu. Daha üst tarafta mantık veya o tür şeylerle ilgilenmesi gereken hücrelerin postabaşılığı görevini yürüten bu dokungaçlar, havai fişekler yüzünden büyük hasar görüyorlardı ve bu alt kattakilere çok büyük haz veriyordu. Daha da çoşkuyla devam ediyorlardı festivallerine.Bir süre sonra zarar görmeyen dokungaçlarla müziğin etkisiyle görev yerlerini terkedip alt kata iniyorlardı. Dokungaçlarının en ucunda küçük, tırnak veya pençe görevi gören birer düzine daha dokungaç vardı. Ama müziğin etkisiyle hepsi yumuşacık oluyordu ve onlar müdürü oldukları hücrelerin başını okşuyorlardı yumuşayan tırnakçıklarıyla.

   Beyaz deniz anaları gibi transparan bir yapıya sahiptiler. Ama hiçbir mikroskopla onları göremezdiniz. Sadece hissedebilirdiniz fakat tanımlayamadığınız bir şekilde. Transparan yapıya sahip olan bu varlıklar algı açısından da soyut oluyordu böylece. İşte bundandır ki bir çok kimse onların varlığından haberdar değildir. Bazıları da yokmuşlar gibi davranır onlara. Tarih öncesi zamanlarda insan egosunu onlar okşardı başkaları yerine. Ve ego da çöp tenekelerine sürtünüp mutlu olan bir kedi misali tatmin olurdu. Böylece insanlar daha net bir kişiliğe sahip olurdu. Ama insanların çoğunda olan atalet sendromu bir süre sonra onları da yoldan çıkardı. İnsanlık gibi onlar da yozlaşmıştır. Günümüzdekimse kimse düşünmez bile onları. Gerçek oldukları şüpheli zaten.  Her şey hayal meyal, karmakarışık... Yeni doğmuş bir ceylanın bacakları kadar zayıf hayat görüşlerimiz. Herkesin kendi ateş çemberi var kurtlardan korunmak için kullandığı. Ama ya o ateş sönüp te kurtlara yem oluyoruz ya da ateşin işince uyuya kalıyoruz ve rüzgarın farkına bile varamıyoruz. Denizlerde dalgalar denizin kendi isteğiyle oluşmaz ya hani. Rüzgara bağlıdır o. Biz de öyleyiz. Hayatın ve kalabalığın ve herşeyin karmaşıklığından oluşan rüzgarla ordan oraya savruluyoruz. Tutunacak çok az dalımız var ve dünya artık bizi taşıyamayacak kadar zayıflamış ve kurumakta olan bir ağaç.
  Amaaan! Neyse işte...

 
 

sis

  Bir adım ötesini görmek bile çok zordu. Bu denli yoğun bir sisle daha önce hiç karşılaşmamıştı. Sis tabakasının beyazdan griye geçişi, ner...