16 Ocak 2018 Salı

pazara giden küçük çocuklara gps yerleştirilsin ki kaybolmasınlar


   O kadar büyük bir kalabalık var ki. Bu zengin çeşitliliğin içinde kendimi semt pazarında kaybolmuş küçük bir çocuk gibi hissediyorum çoğu zaman. Elini tuttuğum annemi kaybetmişim, ancak hâlâ yakındaymış gibi. O zannedip yakınına yürüyorum birinin. Sonra o olmadığını anlıyorum. Derken bir başkasını görüp ona doğru ilerliyorum. Ah o da değilmiş. Kaybolduğumun ve yalnız olduğumun daha çok farkına varıyorum gittikçe. Yine de ağlamamak için tutuyorum kendimi. Peki bundan sonra başıma neler gelebilir?

   Mesela birisi şeker vesaire ile kandırıp kaçırabilir. Veya evcil zombiler gibi telaşlı bir şekilde alışveriş yapmaya çalışan kalabalık tarafından ezilebilirim. Fakat birden bu karamsarlığı unutturacak bir şeyler gözüme çarpıyor. Pazardaki tezgahlar. Hepsi parıl parıl, inanılmaz renkli. Bazıları yakınlaşınca aniden kokusu değişiyor -ki bu konuda çok iyiyimdir- ve gerçek rengini belli etmeye başlıyor. Her keseye uygun -izm'ler, her lezzetten dinler, hormonsuz siyaset, el değmeden paketlenmiş katkısız eğitim sistemleri, eskisini getirene yenisi yarı fiyata olan meslekler ve bir sürü de çöp. Her şey burada. İnsanlar evdeki hesabı çarşıya uydurmaya çalışıyor hepsi bu.

   Derken biri arkadan kolumu yakalıyor.

'' Suat, neredesin oğlum?- ulan adımızı da ifşa etti kadın neyse- 5 dakikadır seni arıyorum kayboldun diye aklım çıktı! Yine dalmışsın. Seni bir doktora götürmeli artık''


   Hikaye burada sona etmiyor tabi. Her gece görülen kâbus gibi bir şey bu. Ondan çok daha kötü hatta. Diğerinden uyanıyorsun ve düzeliyor en azından. Burada ise pazara sürekli gitmek zorunda ve bir şekilde alışveriş yapmak zorundasın. Ancak alacağın şeyler çoğu zaman ihtiyaçların değil; almaya paranın yettikleri, sana sunulan ve daha da kötüsü zorla dayatılan şeyler olacak.

sis

  Bir adım ötesini görmek bile çok zordu. Bu denli yoğun bir sisle daha önce hiç karşılaşmamıştı. Sis tabakasının beyazdan griye geçişi, ner...