25 Ekim 2011 Salı

ne bir başlık , ne bir giriş , ne de bir son...

  ''Onu ilk gördüğüm an. Öylesine derin bir şoktu ki. Bir an için oturduğum yerde , yalnızca o koltuk üzerinde çok şiddetli bir deprem oluyormuş gibiydi. Gözlerindeki ifade keskin ama sonsuz.(evren gibi)
   Başım sanki lunaparktaki dönme dolapları bir tür metronomla en son tempoya çekmişler gibi dönüyordu. Midem alt üsttü. Yıllar geçmiş gibi gelen bir kaç saniye... Sonra gözlerini tekrar gördüm ve kendi gözlerimi yumdum. Açtığımda herşey geçmişti. ayılmıştım ve o yanımdaydı. Bir daha da bırakmadı beni. Sırf onun için yaşadım ben. Sırf onun içim yazdım , onun için besteledim , onun için çaldım ,  onun için okudum. Tüm ruhuma yayılan sinsi kanseri o tedavi etti. Ama kendisi .....
Az mücadele etmedi(k) ama...
  Halbuki hamile olduğundan şüphelendiğimiz için. Tatlı bir heyecanla gitmiştik hastaneye. Düşünsenize ! kim buna dayanabilirdi ki? Doktor mucizeler her zaman beklenebilir demişti.
  9 ay. Yalnızca o kadar dayanabildi. Belki de şimdi yeni yeni 6 yaşında gelmiş olacak olan oğlumuza piyano öğretiyor olacaktı... Ona da ben öğretmiştim. En çok Chopin seviyordu. 1.ballade , 1.konçerto...
Bugün o göçüp  gideli 9 yıl oluyor. Belki bu gün doğan bir çocuk büyüyünce piyanist olur. Umarım gerçekten iyi çalar. Hatta belki bu günlüğü de görür ve onun için Chopin çalar. Haa! bu arada aklıma gelmişken. Ben artık yaşlı bir adamım. Yakında öleceğim, benim için de bir Rachmaninoff çalar belki o çocuk. Ne de olsa hayal değil mi?                               
                                                                                               
                                                                  Jack Burton  26 nisan 1993 ''


Adam şişedeki son şarabı da bir dikişte bitirdi. Ve paltosunu giyip karısına piyano çalabilmek için mezarının karşısına yaptığı kulübeye doğru yola çıktı...

2 Ekim 2011 Pazar

insanlık halleri-biraz da kişisel bunalım üzerine (elimiz alışsın yazısı kısaca)

            
        Eveeeet dostlar. Yeniden selam!. Kısa bir süre geçti ilk yazının üzerinden. Yenisi gerek artık. Aslında buraya yazdıklarım kendi kendime konuşuyormuşum gibi hissettiriyor biraz(hiç takipçim olmamasından olsa gerek) ki bu bence o kadar da kötü bişey değil. Çünkü bir yerde ne kadar az insan varsa samimiyet o kadar artar(ya da artma ihtimali artar diyeyim)
       Bu yazıyla beraber yeni bir sistem deneyeceğim. Araya küçük deneme yazılarımı serpiştireceğim. Onun dışındakiler(içinde bulunduğumuz cümle dahil)aslında saçmalıktan ibaret. Ama okuyun yinede.(boş vaktiniz varsa tabi.yoksa gidin işinizi yapın)
      
         Günlük şehir hayatının saçmalıkları içinde boğuluyoruz (bocalıyouz da)  bazen. İşte onun üzerine küçük bir yazı: 






    '' Dur ! dedi. Şaşırmıştım. Arkamı döndüğümde beklediğim kişi değildi. Beklediğim yüz ifadesi hiç değildi. Sanki benim ucuz bir taklidimmiş gibi davranıyordu ‘’Birisi beni neden taklit etmek istesin ki?’’ diye düşündüm.Zaten ben bile yarımken benim kopyam ne kadar tam, ne kadar gerçekçi olabilirdi ki?(hala başladığım yazıyı silmek için geç değildi-ama yapmadım gördüğünüz gibi. Yapamadım değil YAPMADIM!)O karşımda durmuş öylece bana bakarken sonunda kızdım ve ‘’Aynalar sadece fiziksel görünümü, odadaki ışık kadar yansıtabilen basit, komik oyuncaklardır ‘’dedim. Önce o aşağılık gölge kaçtı, ardından da ayna çatladı ve hepimiz toz bulutunun içinde kaybolduk..



                                                                                                       12.07.2011  ''

  
             Bu tür durumlarda kendimizi bazen çok kötü hissederiz. Hatta saçmalarız(çok saçmalarız) :

        

  '' Bazen öyle derin şeyler yaşarsın ki dostum , bu ruhuna batan küçük bir toplu iğneden çok daha fazla acı verir. Bu sanki ruhunun üzerindeki ince buz tabakasına topmakla vurup koca bir delik açmışlar gibi hissettirir. Sonrasında da eski bir blüz  gibi onu delindiği yerden yırtarak toz bezine çevirmek gibidir. Tarif edilemez bir acı. Hiçliğin acısı , hiç olmanın acısı ve en önemlisi kendini bir hiçmiş gibi hissetmene neden olan acı!                                                                  25.09.2011    ''




     Son olarak bölümlü bir yazıyı da paylaşayım(devamı gelecek ilerde) :




 
 '' Bir an için duraksadı. Ahh !! işte yine başı dönüyordu , hemen ardından gözleri karardı ve bum !!
Olmamıştı işte. Yine her şeyi eline yüzüne bulaştırmıştı. Yine , yine , yine… Yaşamayı bile becerememişti. Keşkelerle dolu ömrü gözünün önünden geçiyordu şimdi , vasat günahların esiri olarak ölüyordu. Biri ruhunda minik bir delik açmıştı sanki o gün. Ardından da sert bir taş biraz yırtığa neden olmuştu. Bir süre sonra sonra o kadar büyümüştü ki. Hiçbir müziğin , hiçbir aşkın iğnesi o yırtığı dikemez duruma gelmişti. Giderek sönmeye başlamıştı. Zaman ilerledikçe hiçbir şey hissedemez , duyamaz olmuştu. Gün geçtikçe daha da kararıyordu etrafı. Baş dönmeleri  ve güpegündüz kabus yaşatan halüsinasyonlar onu hayatının sonlarına doğru itiyordu. Ama böyle bitebileceğini düşünmemişti hiç. Böyle olmamalıydı. …
part 1          ''                                                                                          28 8 11


  
       


    Ve böylece 2.yazının da sonuna geldik sayılır.




  Günün aforizmasıyla noktalayalım :
 
'' Hayatlarımızı puantilist bir şekilde yaşayıp, melekleriimizin gelip o noktalardan bir güvercin oluşuturarak bizi özgür kılmasını bekliyoruz.. '' demiş şair.




























 

18 Eylül 2011 Pazar

Tanışma Faslı + Sınav Heyecanı(ya da Stresi) Üzerine

          Eveet. Öncelikle şunu belirtmeliyim ki bu blogu okuyup ta aydınlanmayı falan bekliyorsanız boşuna uğraşmayın. Aydınlanmak istiyorsanız : ''www.michaelsikkofield.blogspot.com'' falan okuyun. Ben burada kendi çapımda yazılarımı , denemelerimi vs. saçmalıklarımı paylaşacağım. Yazdıklarımın edebi değeri bile olmayabilir.(zaten yok hehe) Hastanede veya bankada sıra beklerken sıkıntıdan gözünüzün ilişeceği arka sayfa gazete haberlerinden bile sıkıcı olabilirim belki. Onu zaman gösterecek.
       Neyse kendim hakkında biraz bilgi vereyim(adettendir diye) konservatuar okuyorum. Ara sıra belki sayemde bikaç kişi daha chopin'i , rachmaninoff'u ve daha nicesini tanır diye uğraşacağım. Bunlara sonra değiniriz bir ara. Şimdi gelelim ilk konumuza :
    
            'Sınav Heyecanı'

 Şimdi bu sınav heyecanı konusunda  test tipi sınavlardan çok  meslek sınavları , toplum önünde konuşma , konser verme gibi konuları inceleyeceğiz.(hehe hadi bakalım)
   Burada insanları 3 ayrı kategoriye ayırıyoruz.
     
        1.Hiç bir şekilde rahatlığından taviz vermeyenler:
    
   Bu adamlar sözkonusu olay her ne ise(sınav, konuşma, konser)hiç bir şekilde kendilerini  bozmazlar. En ufak stres söz konusu değildir onlar için. Sanarsınız pazar sabahı evinde atlet pijama(ya da don gömlek.hangisini seviyorsan) gazete okuyor. Hep o rahatlıktadır bu adamlar.

     2.Bir süre sonra tecrube edinip heyecanı yenenler:

 Bu gruptakiler aslında en ideal model. Bir süre sonra evrim geçirip stres yerini tatlı bir heyecana bırakıyor. En imrendiğim modeller bu tip arkadaşlar.

       vee 3.Hiçbir zaman heyecanı yenemeyenler. Potansiyel Panik Atak Hastaları:

100 sene sınava da girse. Konuşma yapacağı yazıyı 100 kez de ezberlese. 100 konsere bile çıksa hala aynıdır bu adamlar. İlk günkü stres devam eder. Sırf bu yüzden daha iyi hazırlandıkları bi konuşmayı daha kötü bitirirler. Sırf o yüzden 90 almak varken gidip 80 alırlar. Sırf o yüzden bazı konserlerinde 1 litre ter akıtırlar. (ben de bu 3 numaraya giriyorum gibi şimdilik.)

     ''Eee koçum biz zaten biliyoruz bunları sen niye yazdın ki?'' diyorsanız eğer. Yakın zamanda yaşadım bu tür bir olayı. Şunu bir atlatayım blog açıcam ilk yazı da bu konu üzerine olacak diye söz vermiştim kendime. İşte o sözümü tutmak için yazdım sırf. Bir sonraki yazının daha bir deneme modülünde olacağı ipucunu verip( sanki çok merak ediyorsunuz) siftahımı noktalıyorum. Esen kalın..

 Haaa! birde günün alakasız aforizması: 1-2-3 bilin bakalım kimde güç. (shine 1996)

      

sis

  Bir adım ötesini görmek bile çok zordu. Bu denli yoğun bir sisle daha önce hiç karşılaşmamıştı. Sis tabakasının beyazdan griye geçişi, ner...