20 Haziran 2012 Çarşamba

bozuk bir fermuar

   Piyano üzerinde ezgi oluşturmaya çalışırken matematiksel veya armonik açıdan değil de tinsel, edebi ve felsefi bir bakış açısıyla düşünmeye çalışırım. Ve bu yüzden besteci olamadım ve bu yüzden yazar da olamadım. Ben hiçbir şey olamadım. Kendimi etiketler sınıfına sokmak için de çok geç zaten. Öğrenci, vatandaş, tüketim ve fatura ödeme aygıtı?!? ya da yazar?.. yok yok .. lazım değil ..

   Beynini takma dişlerin gibi yatmadan önce yanındaki çekmecenin üstündeki içi su dolu kavanoza koyamıyorsun ne yazık ki! Bu yüzden düşünmek zorunda kalıyorsun sürekli. Rüyanda bile! Bazı kabuslar bile daha güzeldir rüyanda sıradan şeyler görmekten. Beynini zorluyorsun ve sonuç?.. Hepimiz dahi değiliz ne yazıkki ama gölgen dahidir belki ha? Canı istediği zaman eşlik eder sana ve susar. Sürekli susar ve senin bir şeyler söylemeni bekler. Derdini anlattığında da dalga geçer seninle. Canı istediğinde gider. Sen onu seçemezsin ama o seni seçmiştir. Senin karanlık yüzündür. Bu yazıyı yazarken(siz okuduğunuza göre belki sağdadır kim bilir) bile sol tarafına baktığında görürsün onu işte oradadır yine. Hatta küçük çocuğunu avutmak için ya da sıkılmasın diye gölgeler eşliğinde oynarsın onla. Aynı çocuk ilk yetişkinlik yıllarında 5 aydır deliler gibi aşk yaşadığı sevgilisini lösemiden kaybederse avutabilir misin? Dünyada cidden inanılmaz acılar var.(Ama bak hala çekirdek çıtlayanlar falan, ahaa pringles'mı o?) Neyse yeşilçam senaryolarını bi kenara bırakalım. Sonuç olarak gölgen dahi, sen değilsin. Onlar yapabiliyor, sen yapamıyorsun. Onlar önde, sen ise arkada. Aslına bakarsan pek bir fark yok arada. Otobüse son binen ayakta ve sıkışık kalabilir ancak 40 derece sıcaklıkta ne farkeder ki?(bkz:bir önceki yazı )

  Nerede olduğunun farkında değilsen, kaldığın yerden devam edemezsin. Yeni bir sayfa da açamazsın öyle her aklına geldiğinde. Ya da yeni sayfa aç ne farkeder. Yeni sayfa ha? Göz altı torbaları ve sarkık bir ten, yorgun bir ruh ve sürüyle hastalıkla hangi sayfayı açıyor bu insanlar söylermisin? İkinci bahar diye bir şeyin olması gereksiz değil mi? Bir de yalnızca 'bahar' kelimesi söylendiğinde genelde ilkbahar gelir akla. Peki neden?

  Kapı çalar ve açarsın. Gölgendir gelen. Bir şeyler ikram edersin içmez ama elleyip bırakır(şu komşu ziyaretine gelen yaramaz çocuklar gibi) Hatta  kapitalizm gibi biraz. Çünkü patronlar ve tepedekiler de insanların hayalleriyle oynayıp bırakır. Kendi kırıntılarını atarlar işçilerin yollarına. Sonuç hüsran olur çoğunluk için.

  Düşüncelerim(n)iz ne kadar özgür bugünlerde hiç düşündünüz mü? Ben onları 'bozuk bir fermuar' olarak tanımlıyorum. Çünkü zamanında bir çok depremzedenin o sıfatı taşımasına kısmen sebep olmuş ve malzemeden çalmış uyanık kimi müteahhitlerin şu an yaptıkları evlerin temelleri gibi düşünce altyapılarımız.(Zor cümle evet) Kısaca ZAYIF! İşte o yüzden 'bozuk bir fermuar' diyorum. Siz bilginizi katlayarak fermuarı yukarı çekseniz de meşe ağacı kadar yükseğe, alt taraf ikiye ayrıldıysa ne yazar?(Kökü olmayan ağaç?) Alt taraf ayrıldıktan sonra geriye dönmesi de zordur. Evren harikulade bir yapıya sahip olsa da insanlığın çoğunluğu (hatta bazı gölgeler bile ;) bence 'bozuk bir tür fermuar' gibiler  ...

 Önerizma: Teslim olabileceğin tek bir şey biliyorsun. Onun dışındaki her şey ile (kendin, gölgen, faturalar?!?) deha bir suçlu gibi savaş. Kazanana kadar da durma..
                                              

10 Haziran 2012 Pazar

ne farkeder ki?


‘’2 kişi var’’ demişti. ‘’Bir de yol’’. Sonra o türk kahvesini yerine bıraktı. Saçma sapandı zaten, inanmazdı öyle şeylere. Bir tırtılın kaç bacağı olduğu ilgilendirmiyordu onu. Ya da Bach’ın kaç eseri olduğu veyahut da papatya fallarının sonucu. Hiç bilinmeyen bir rock gurubunun nereden geldiği bilinmeyen onbinlerce seyircisi sarımsak yemişti sanki ve üzerine üflüyorlardı. Koku bile almazdı ki o.                                                                         
    Ne fark ederdi? İnsanların meslek sahibi olup çalışması para kazanmak için değildi belli ki. Düşünmemek içindi. Beynin sürekli kendini kemirirken ne kadar yaşayabilirdin ki? Neden huzurevleri var? Belki deli hastanesine başvuran ama işe alınmayan adaylar(!) arasında emeklilerin yüzdesi çok daha fazladır kim bilebilir ki? Seni tanrının yaratmış olması veya tesadüf eseri dünyaya gelmen ne fark ederdi? Tabii fark ederdi de bu sayısı bilinmeyecek kadar çok insanı katletmek, hapse atmak, üzmek için çok berbat bir bahane değil mi? Egonu Ronaldo’nun koşu yoluna pas olarak atsan ve o da Sabri’ye bıraksa ve o da bir daha geri gelemeyecek kadar uzaklara vursa hoş olmazmıydı? Pollyanna bir salaktı belki ama ütopyalar o kadar da fena değildi. Guinnes Rekorlar Kitabı’ndaki en çekişmeli madde toplu gülme yarışı olsa ve her gün geçmek için daha fazla insan aynı anda gülse, oğlunun kırıklarla dolu karnesini gören baba sağlam bir kahkaha koparsa, kocasının el kaldırdığı kadının imdadına elektrik süpürgesi yetişse ve adamı içine çekse( e onca yıllık dostluğun hatırı tabii) kimbilir nasıl olurdu?

Bazı garip insansılar farkında olmasa da bu dünyada çok ama çok boktan şeyler dönüyor. Hayvanlar okuma yazma bilmiyor iyi ki. Yoksa mavi balinalar bilimkurgu filmi        
   senaryosu yaratabilirdi gözyaşlarıyla.

  Elini göğsüne koy ve o cepteki telefonu ordan çıkar mesela eey Hayrettin Amca!        
 Kalbin için zararlı. Bana bi’şey olmaz diye diye kaç ameliyat geçirdin? Peki ya
simitçilik yaparak hayatını kazanan Hüseyin Bey? Küçükken tarih öğretmeni olmak isterdi hep. Hala bütün yarışmalardaki soruları çok kolay yanıtlayabiliyor. Örneğin Edison’un aksine Tesla’nın ne denli büyük bir adam olduğunu çok iyi biliyordu. Ama ne fark ederdi ki ?

 Bu yazının okunması veya okunmaması ne fark ederdi?

‘’ İki kişi var’’ demişti. ‘’Ama çok net gözükmüyor hiçbir şey. Sanırım kahveni fazla içmişsin’’
‘’Fark etmez’’dedi.’’İki kişi var’’ Cümlesinin aslında ne kadar uzun olduğunu o an fark etti. Bi’ şeyleri fark etmeye başlamak hoşuna gitmişti. ‘’Farkındalık cehaleti zehirler ve sinsice öldürür’’ derdi hep biri…
Kim olduğu ne fark eder ki?

sis

  Bir adım ötesini görmek bile çok zordu. Bu denli yoğun bir sisle daha önce hiç karşılaşmamıştı. Sis tabakasının beyazdan griye geçişi, ner...