7 Ağustos 2021 Cumartesi

Adem Gray'in Selfie'si

    Kesik ve acı bir çığlıkla sıçrayarak uyandı. Göğsünde o kadar yoğun bir sancı vardı ki ancak tanrı bizzat balyozu ile vursa bu denli acı çekilebilirdi. Bilinçsiz bir şekilde kalktı ve boy aynasının karşısına geçti. “Herhalde kalp krizi geçiriyorum bunlar da son anlarım” diye düşünüyordu. Aynadaki kendisiyle göz göze geldiğinde göz yaşlarının süzüldüğünü farketti. Ancak bu ölmekte olduğunu düşündüğü için mi yoksa acının şiddeti yüzünden vücudun gösterdiği doğal bir reaksiyon muydu bilinmez. Bir süre daha ölmeyi bekledi ama beklediği şey gerçekleşmedi. Acının şiddeti yerinde duruyordu ama varlığına biraz alışmıştı. Ağrı dışında bir sorunu yoktu. Nabzına baktı 81, nefes darlığı yoktu, ayaktaydı ve hareket edebiliyordu. Yaşama içgüdüsünün verdiği cesaretin de etkisiyle acile yürüyerek gidebileceğine kanaat getirdi. Hastane yakındı. Kaldırımda yürümeye başladığında ağrının şiddeti azalmamış ama sanki katlanılabilirliği artmıştı. Bir yandan da başına neler gelmiş olabileceğiyle ilgili tahminler yürütüyordu. Epeydir spor yaptığı yoktu. “belki uyurken ters bir hareket yapıp kaburgayı zedeledim. Hassiktir akciğer kanseri falan olmayayım lan? Belki de midede bi’şeyler var oraya vurdu ağrısı” Endişelendi “Allahım sen koru ya rabbim” şeklinde mırıldandı. Hem inancı hem de yürüme temposu artmıştı. Acilin kapısına girdiğinde karşılaştığı manzara ise az önce artan inancını ani bir hızla dibe düşürdü. Bunlar bizim dövizden beklediğimiz hareketlerdi gerçi. Neyse. Acilde her yaştan perişan görünen ve acı çektiği her halinden belli olan bir sürü insan vardı. Hadi yaşlılar bir derece de bir sürü çocuk vardı. Sırasını bekledi. Bekledikçe tüm bu ızdırabı niçin yaşatıyor diye Tanrıya öfkelendi. Ama insan her şeye rağmen umut dolu bir türdü. Bu durum biraz saçmaydı ama içgüdüsel bir şey olduğundan engellemesi zordu ve olayları yanlış değerlendirmemize sebep oluyordu. Hastayken doktora gitmek sanki tüm sorunumuzu çözecekmiş gibi hissederek tüm gücümüzü hastaneye ulaşmak için harcarız. Hastaneye geldiğimizde aynı şeyleri yaşayan bir sürü insan olduğunu görürürüz. Sıra beklerken az kaldı diye avuturuz kendimizi. Nihayet muayene oluruz. Ama iyileşmek zaman alacaktır. Burada bitse yine iyi. Bazen işler o kadar da yolunda gitmez. Aynı süreci defalarca tekrar yaşarsın. Hastalığın ölümcülse ölürsün. Seni öldürmeyen ama kronik bir şeyse ömür boyu yanında taşırsın. Notre Dame’ın kamburu gibi, ya da bazı insanların aptallığı gibi. 

    Bir saatlik bir beklemenin ardından nihayet doktorun odasına girmeyi başardı. Bu bekleme süresince ortalık epey tenhalaşmıştı. Bu sayede tetkikleri daha hızlı yapılabildi. Doktor;
 
-"Tetkiklerinizde bahsettiğiniz -ya da abarttığınız diye ekledi içinden-  ağrıya sebep olacak hiç bir neden yok. Size şimdi ağrı kesici bir iğne yapalım sonrasında da bir ilaç yazacağım onu da kullanırsınız. Eğer üç gün içerisince iyileşme olmazsa tekrar gelirsiniz daha ileri tetkiklerinizi yaparız " 

İğneyi olduğu anda sanki bir miktar hafiflemişti acısı. Belki de plaseboydu kim bilir?

Kendini eve zar zor attı. Tırabzanlardan inerken ayağı kaydı, neredeyse düşüyordu. Hayatın Teoman Şarkıları gibi olmadığı zamanlar da oluyordu elbet. İlaç ağrıyı bir azalttıysa beş dalgınlık yapmıştı. Eve geldiği gibi bir bardak su içmek üzere sürahiye doğru yöneldi. Bardağa su doldurmaya çalışırken elleri titrediği için suyun bir miktarı masaya döküldü. Bir miktarını da kafaya hızlıca dikerken döktü. Kanmayınca aynı işlemi aynen tekrarladı. Masanın susama yetisi olsaydı o da kanmış olacaktı. Suyu içtikten sonraki rahatlama çok kısa sürdü ve kendini birden çok halsiz hissederek yatağa attı. Tüm gece ne kadar uyudu bilinmez ama epey kabus görmüştü. Sürekli devamlılık sorunu olan kabuslar görüyor, ateşler içerisince yanıyor, bunlara ek olarak sanki kafası vücudunun on misliymiş gibi hissediyordu. Güneş doğduktan sonra biraz rahatlamış gibiydi. Aslında ağrısı ilk hissettiği an ile eşit seviyedeydi. Ama katman düşürmek bile iyi hissettiriyordu. O boşlukta uzun süredir telefonunu kontrol etmediğini fark etti ve eline aldı. Bir sürü yeni bildirim vardı, birileri bir şeyler yazmıştı. En üstteki bildirimde "Hafıza yetersiz. Yeni mesajları alabilmek için hafızada yer açın!" Uyarısı vardı. Sinirle galeriye girdi...

İşte o an beyninden vurulmuşa döndü. Telefonun ekranında geçen gün çektiği selfie vardı ama resimdeki kişi kendisi değil sanki kendisinin şeytanlaşmış versiyonuydu. Burnu ve çenesi hatta tüm yüz hatları olduğundan daha sivri ve keskin gözüküyordu. Yüzünde alaycı, aşağılayıcı bir ifade vardı ama aynı zamanda o kadar zavallı ve neredeyse iğrenç görünüyordu ki Adem bir an istemsizce öğürdü.  Ani bir parmak hareketiyle resmi silmeye çalıştı ama olmadı. Şaşkınlıkla aynı işlemi tekrarladı. Yine olmadı. Sinirlenerek bir kez daha denedi. Telefona ilk nesil dokunmatik telefonlar gibi bastırıyordu. Bu sefer bir silme işlemi oldu ama o da ne! Galerideki tüm resimler silinmişti. Şaşkınlığı daha da artmışken bilinmeyen bir numara aramaya başladı. Şaşkınlığına heyecan da eklendi ama yapılacak bir şey yoktu. Telefonu açtı. 

- " A-alo ?!?

"Adem merhaba; şimdi sakinleş ve beni iyi dinle tamam mı evladım?" Bu karizmatik ve sevecen ses tonu onu bir miktar rahatlattı ancak merakını da arttırdı.

"Ağrın ne alemde Adem?" Adem refleks olarak elini de göğsüne götürerek vücudunu dinledi; ağrı gitmişti.

" Gitmiş!!' demek istedi ama sesi komik bir şekilde çatladı. Tıpkı sabah dolmuşunda "kaptan müsait bir yerde!" demeye çalışırken düşülen komik duruma düşmüştü.

"Bu yalnızca bir uyarıydı Adem seni sevdiğim için. O fotoğraftaki gördüğün aslında şu anki halin. Henüz 34 yaşında olmana rağmen kaçtığın gerçek sen öyle. Ruhun bu şekilde gözüküyor."

Adem dehşete kapıldı. " Ama nasıl olur? Tamam belki mükemmel biri değilim ancak yine de kendi açımdan duyarlı biriyim. Diğer insanların hakkını gözetmeye, yememeye çalışıyorum. En azından bana davranılmasını beklediğim gibi davranıyorum insanlara. Bu bile bir şeydir bence."

"İşte bilmeden veya önemsemeden işlediğin günahlar bile ruhunu bu derece kirletmiş durumda. Gerçekten kötü olarak addettiğin insanları var sen düşün."

"Peki ya siz kimsiniz?"

"Ben mi? Ben bir hikaye karakteriyim. Hatta hikayenin içerisinde bile gerçek değil rüyanın içerisinde yer alıyorum."

    Adem birden uyandı. Ama gözlerini hemen açamadı. Biraz çapak, biraz ödem yolunu kesmişti. "Nasıl bi rüyaydı bu be?" diye düşündü. Ama tam olarak da hatırlayamadı. Reflü ağrısı göğsünü acıtınca aklına geldi "haa demek ağrıdan dolayı bilinçaltı karıştırdı yine bir şeyler".

Mide asidi azaltıcı tabletini çıkırrt! diye bir ses ile ilaç saklama plastiğinden çıkarttı ve ağzına attı. Ardından ısıtıcıya bastı. Kahveye soğuk su eklemeyecekti bu kez. O soğuyana kadar anca biterdi ilaç. Bu tatsız ve mide yakıcı sabah rutini bile Adem'in hatalarından ne denli ders çıkartan biri olduğunu bize gösteriyordu.

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

sis

  Bir adım ötesini görmek bile çok zordu. Bu denli yoğun bir sisle daha önce hiç karşılaşmamıştı. Sis tabakasının beyazdan griye geçişi, ner...